Yönetmen baharatın öneminden çok "liderlerin peşinden körü körüne gidilmemesi gerektiğinin ve liderlerin de birer insan olduğunun" altını çizmeye çabalıyor aslında. Kitapları okurken Herbert'in aslında vurgulamak istediği şeyin bu olduğu çıkarımında bulunmuş ve aslına bakılırsa yanlış da değil. Filmlerdeki tek sıkıntı, bütün konuya sadece bu gözlükle bakıldığında kitabın geri kalanının yeterince anlatılamaması. Evet insanlık tarihi boyunca peşine düşülen bir çok büyük lider insanların burnunu boktan çıkartmayan, insanlıktan nasibini almamış devasa acılara imza atmış liderler. Frank Herbert de bunu vurgulamak istiyor aslında Paul karakteriyle. Durum Paul'ün oğlu Leto II ile bambaşka bir noktaya evriliyor 4. kitapla birlikte ancak işin sadece bu kısmına odaklanınca da kitaptaki kanon bir miktar göz ardı edilebiliyor. Villeneuve'ün çekmek istediği son filmin 2. kitap yani Dune Messiah olmasının sebebi de bu. Bu kitapla birlikte (büyük ölçüde) Paul'ün acımasız Tiran rolü son buluyor. Arkasına dinin çahil ve acımasız gücünü alan büyük liderlerin insanlara ne büyük acılar çektirebileceğine dair örnek hikayenin en azından ilk bölümü bu şekilde son bulmuş oluyor. Bu da sanırım Villeneuve için yeterli.
Yine de yönetmenin kitabı sinemaya aktarma çabası takdire şayan. Elbette eksikler veya kendine göre yorumlamalar olacak, bu kaçınılmaz, fakat gönül isterdi ki baharatın önemi daha net vurgulanabilsin. Villeneuve'ün diğer filmlerinden de gördüğüm kadarıyla konularda odak noktası olarak en ön planda aile ilişkileri, aile bağları ve bu bağların özellikle de soy, kan ve akrabalık değerleri ön planda. Burada da yine bu noktalara önem vermiş aslında. Kendi karakterini bu şekilde yansıtıyor filmlerine de tahminen.
Baharatın Arrakis tekelinden kurtarılma çabaları, soluncanların başka gezegenlere taşınıp üretimin oralarda denenmesi uğraşları uzunca bir süre boyunca olumsuz sonuçlansa da hikayenin ilerleyen kitaplarında iş değişiyor. Aslında bu olayın emarelerine ikinci kitapta değinildiği için Villeneuve'ün de 3. filmde buna değinmesi, hatta altını kalın çizgilerle çizmesi bence kaçınılmaz.
"Teknoloji bu kadar ilerlemişken neden kullanılmıyor" söylemlerine cevaben de şunu söyleyebilirim. Gelişmiş teknoloji dediğimiz şey uzayı büken ve büyük mesafeleri "hareket etmeden" kateden uzay gemilerine sahip olmaları mı? Eğer öyleyse bu teknolojiyi Profesör Holtzman'a borçlular. Holtzman da aslında Norma Cenva adında cüce bir kadının zekasına teşekkür etmeli bunun için çünkü aslında mucit o iken bunu ondan çalıyor resmen. Tıpkı Adison ve Tesla arasındaki hikaye gibi yani. Evet büyük bir önem arz ediyor ama aslına bakarsanız ellerindeki en büyük teknoloji de bundan ibaret. Lazer silahları bugün kullandığımız lazerden biraz daha fazla gelişmiş durumda. Konusu açılmışken ciuv ciuv ateş eden gerçek dışı lazer silahları yerine gerçekte nasıl olabileceğine dair son derece gerçekçi bir lazer teknolojisi resmedilmesi de filmdeki güzelliklerden birisi. Süspansörler, vücut kalkanları vs. gibi teknolojiler dışında çok da fazla bir şey görmüyoruz kitapta aslında. Sonuçta "insan gibi düşünen bilgisayar yapmayacaksın" düsturuna sadık kalınması yüzünden bilgisayar kullanımı yok bu evrende. Dikkat ettiyseniz ornithopterların kumandaları da tamamen düğmelerden oluşan analog bir yapıda. İşte bu yüzden de "teknolojiye dayalı olmayan" bir hayatları var aslında. Yoksa şu soru da rahatlıkla sorulabilirdi. "O kadar teknolojiyle baharatın moleküler yapısı analiz edilip neden sentetik üretim yapamıyorlar?" Sebebi bu işte. Aslına bakarsanız bu konuda da hikayenin ilerleyen safhalarında değişimler olacak tabii. Çok ileride olacak bunlar. Daha fazla konuşmayayım
Eğer neden "insan gibi düşünen bilgisayar yapmayacaksın" diyor bu adamlar ve neden buna körü körüne bağlılar diyecek olursanız Butlerian Jihad'ı ve ondan sonraki iki kitabı okumanızı tavsiye ederim.